24 Kasım 2013

Paris

Before Sunset(1995) ve Before Sunrise(2004)'ı yeni izlemişken, bir baktım Paris gezisini not düşmenin vakti gelmiş de geçiyor. Yalnız nasıl dolu dolu filmlerdi, hayal gücüne, çekimine sağlık diyor insan filmin yönetmeni ve yazarlarından biri olan, Richard Linklater'a... çok geç kalmışım izlemekte. Hoş belki daha önceleri izleseydim bu kadar etkilenmeyecektim. Lakin, izlemeyen kaldıysa, bir an önce izlemeli bu seriyi. 

Serinin son filmi Before Midnight(2013) ise benim için bir başka akşama kalmış olsa da gelelim Dünya'nın güzide şehirlerinden Paris'e...

Geçtiğimiz ağustos sonu, eylül başında gerçekleşmiş olan Lyon'daki bir konferansa gideceğimiz kesinleştiğinde, 4 meslektaş-arkadaş, Lyon öncesi, 4 tam günlük Paris turunun hayalini kurmaya başlamıştık. Biletlerimizi aldık, giden yakınlarımıza, hazır kılavuzlara ve internete danıştık, haritalarımızı hazır ettik, rotalarımızı çizdik ve yolculuğumuza başladık:

1. Gün, yarı Paris
Öğle saatlerinde Orly havaalanına indiğimizde, ılıman bir Paris karşıladı bizi. Alandan Paris visite pass ve museum pass'lerimizi satın alıp, önce havaalanı metrosu, sonra normal metro ağları, hatlar arası bavullarla merdiven iniş çıkışlar derken hesapladığımızdan geç bir vakitte, akşam üstü sularında vardık Republic'teki hostelimize. İnternet üstünden, arkadaşımız İrem'in tavsiye ettiği hostelimize önceden rezervasyonumuzu yaptırmıştık. Gidince de gördük ki çok doğru bir tercihte bulunmuşuz. Konumu, çalışanları ve konforu ile, bilhassa güzel sabah kahvaltısı ile, ucuz ama kaliteli bir hosteldi. Eşyaları hostelimize bırakıp, köşe başındaki McDonalds'tan atıştırıp ilk durağımız olan meşhur Louvre Müzesinin yolunu tuttuk. Çarşamba günleri müze akşam 9.30'a kadar açık olduğu için, ilk gün tercihimizi ordan yana kullanmıştık. Müze içinde biraz koştur koştur gezmek durumunda olduğumuz doğru, lakin korunaklı Mona Lisa dahil atladığımız bir yer pek yok gibi. Çıkışında, müze dışında oturup yorgunluğumuzu attık ve sakin akşamın tadının çıkarmaya bakıp, sonrasında hostelimize döndük.


2. Gün

Sabah ilk durağımız, Notre Dome katedraliydi. Kule kısmına çıkabilmek için 1 saate yakın sıra bekledik. Zar zor daracık taş merdivenlerinden kuleye çıktık ve manzarayı seyreyledik. Bir daha yolum düşerse, çıkar mıyım? pek sanmam. Çıkarsam da manzarasından çok, muazzam taş kulelerine bir daha yakından bakmak için olabilir. Sıra beklemeden girilen alt kısmı ise görmeden olmaz zaten. Notre Dame çıkışı, 2 günlük müze kartımızın geçerliliğinde gezmeye devam ettik: Bizi bizden alan renkli atmosferiyle Sainte-Capelle klisesi,  Marie-Curie gibi bir çok ünlünün mezarlarını barındıran görkemli Pantheon, bilhassa barındırdığı tablolara vurulduğum Musee d'Orsay ve manzarası gerçekten güzel olan ve yine gitsem, yine çıkarım dediğim Arc the Trumph. Gün içerisinde tesadüfen karşımıza çıkan lezzetli, ucuz (kola ile 3euro) ve de doyurucu paniniyi ve Paris'te yaşayan bir arkadaşımızın bizi götürdüğü krepçideki sebzeli kreplerin lezzetini de anmadan olmaz. Benzerlerini gördüğünüz yerde mutlaka tadınız.


3. Gün
Bu gün tek durağımız vardı. Tren ile yaklaşık 25dk'da ulaştığımız: Disneyland. Varır varmaz, günlük pass biletimizi alıp, ilk etap Walt Disney Studyolarına doğru yol aldık. Ekstermli oyuncaklarla arası fazla iyi olmayan bendeniz çoğunluk foto-çeker modundaydı. Lakin bu kısımdaki film stüdyoları tur trenine ve belli bir saatte gösterilen araba şovlarına hayran kaldı. Bir de bir gaflette bulunup, hep birlikte Tower of Terror'ı deneyimledi. Serbest düşüş, anlatılmaz yaşanılır deyip, yine ben beyaz kesmeden gelelim ikinci etap Masalımsı Disneyland Park'a... rengarenk, düşler kenti mübarek. Çoluk çocuk işi gibi geliyor başta, sonra niye ben niye eksik kaldım ki bu atmosferden dedirtiyor insana. Bu kısımdaki Karayip Korsanları yer altı turunu hepimiz çok sevdik. Yolunuz düşerse, bilhassa deneyimleyiniz.


4. Gün
Son gün sabahı, ilk durağımız Eyfel Kulesi. Yukarı çıkmak için çok sıra beklersiniz dediklerinde, erkenden oradaydık. Lakin havanın kapalı olmasından mıdır bilinmez bir cumartesi sabahına göre ortalık oldukça sakindi ve çok beklemeden asansörlerle, katlarında konaklayıp, her kattaki manzaranın keyfini çıkardık. Yükseklik korkunuz olsa dahi, Eyfel'in tepesine kadar çıkmadan dönmeyiniz, cidden pişman olursunuz, söylemesi. İnince, civarında klasik Eyfel pozlarımızı verdikten sonra Luxembourg bahçelerinin yolunu tuttuk. İnsanlar nasıl rahat, nasıl anlatamam. Onların, güneş, kitap ve dinlenme modlarını görünce, hem de şehrin göbeğinde kıskanmadan edemiyorsunuz maalesef. Biz onlara çok fazla eşlik edemesek de Hotel de Ville'e uğrayarak, sonrasında hepimizin vurulduğu Montmartre tepesinin yolunu tuttuk. İlk durağımız, tepedeki Sacre-Coeur oldu, ardından güzelim tepenin ara sokakları. Zamanında ressamların neden burayı tercih ettiğine şaşmamalı. İnsana ilham gelmemesi imkansız. Tepeden aşağı, yine hayran halde, sokaklardan geçerek Moulin Rouge'a bir bakış atıp, güzelim Opera binasını ve Lafeyette'yi gördükten sonra hostelimizin yolunu tuttuk.


5. Gün, yarı Paris, yarı Lyon
Son günümüzün sabahında, yine bir trene atlayıp, yaklaşık 25dk'da, Versay Saray'ının yolunu tuttuk. Öğleden sonra Lyon'a geçmemiz gerektiği için ihtişamlı sarayın içini gezemedik, lakin meşhur bahçesinin hakkını verdik. Gittiğimiz saat aralığında, müzikle dans eden süs havuzları şovlarına da denk gelmemiz de ayrıca bir güzeldi. Buradaki turlarımız sonrası, yine trenimize atlayıp, Şanzelize'ye yol aldık. Boylu boyunca yürüyüp, parfümeri dükkanlarına uğrayıp, yöresel bir dükkanda enfes makaronları tadıp, hostelimize döndük. Sonrasında ise malum, TGV'lerle  yaklaşık 2.5 saatte Lyon...

Biz imkanlarımız dahilinde 4 gece kalabildik, lakin fırsat bulanlar en az 1 hafta kalmalı bu şehirde. Kitap alıp parklarında oturmalı, nehrin kenarında bisikletle tur atmalı, kafelerinde daha çok kahve içmeli, tatlı-pasta yemeli, şarap-peynire doymalı, operada yerini almalı, sokaklarında kaybolmalı ...

Son olarak,  hatıra amacıyla çekilmiş, çoğunluğu metroda geçen, minik Paris-Lyon video derlemesi...

Yolu düşenlere ve düşmeyenlere.

Æ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder